top of page
Harun Güven

Amsterdam Gezilecek Yerler

Amsterdam şehri, canlılığından ve estetikliğinden ötürü parmak ısırttıracak kadar güzel bir şehir. Ne var ki, bu şehirde gezilip görülecek “Landmark” yani şehri şehir yapan, meşhur eden yapıların sayısı sizi tatmin etmeyebilir. Peki, bu durum Amsterdam’ı gezilip görülmeyecek bir yer mi yapar? Kesinlikle hayır… Tam aksine şehrin sokakları, kanal kenarları ve dükkanları sizin tarafınızdan keşfedilmeyi bekliyor. Burası, her gezginin mutlaka kendinden bir şeyler bulabileceği etkinliklerle dolu bir açık hava müzesi adeta. Biz de Amsterdam Gezilecek Yerler içeriğinde size önereceğimiz yerler ile destek atacağız. O zaman buyurun, Amsterdam’ın gezilmesi gereken yerlerini size tanıtalım:


Dam Meydanı


Amsterdam Centraal İstasyonu’ndan indikten sonra ayaklarınız şehrin toprağına basacak. Peki gözleriniz ilk neyi arayacak? Tabii ki şehrin en büyük meydanını… O zaman istasyonun karşısındaki Damrak Caddesi’nden dosdoğru girecek, şehrin insanlarını ve binalarının inceden inceye süzecek ve yaklaşık 750 m yürüdükten sonra da bu meşhur meydanımıza ulaşacaksınız. Bahsettiğimiz meydan iki bölümden oluşuyor. Eğer dediğimiz rotada geldiyseniz, solda kalan alanda, meydanların değişilmez yapısı olan anıt göreceksiniz. Anıtın adı National Monument ve Hollanda’lılar için bu anıtın manası büyük. 2. Dünya Savaşı’nın en yakın tanıklarından biri olan bu ülke, bu beladan kurtulunca da unutulmaması açısından anıtı sergilemeye başlamış. Anıt, anlam olarak acı, bağlılık, barış, zafer, bağımsızlık yani kısacası bir millet savaştan sağ salim çıktığında ne hissediyorsa onu anlatıyor, simgeliyor. Sütundaki yazı ile de simgesel anlatı, yazıya dönüşüyor. Sütunda Türkçe meali ile:

“İşte burada, anavatanımızın kalbinde, kendi kalplerimizi taşıyarak Tanrı’nın yıldızlarına bakıyoruz”

Anıtın arkasına geçtiğimizde de çeşitli armalar gözünüze çarpacak. Bu armalar da Hollanda’yı oluşturan her bir bölgeyi temsil etmekte. Bu anıtla beraber, beraber yaşamayı öğrendiklerini ifade etsek yanılmış olmayız.

O zaman siz de geniş alana yayılmış bu alanda oturup insanları izleyebilir, yorulduğunuzda dinlenmek için merdivenlerinde oturabilir, akşam vakti olduğunda gökyüzünün, ışıklarla donatılmış binalarla kesişen noktalarını fark edebilirsiniz.


Royal Palace


Dam Meydanı’nın bir diğer yanına, sanki ilk defa fark ediyormuşçasına kafanızı omuzunuza değerek çevirin. İşte karşınızda; pek abartılı bir tabir olduğunu düşünsem de, Hollandalıların deyişiyle dünyanın 8. Harikası bulunuyor. Bu yapıyı sana, bana, vatandaşa bırakırlar mı? Tabii ki hayır. Burası Hollanda Kralı’nın yaşadığı yer olmasa bile, önemli konuklarını ağırladığı ve yeni yıl resepsiyonlarını verdiği yer. Zamanının en büyük dini olmayan mekânı olma özelliğini de taşıyan Kraliyet Sarayı, içiyle de adeta nefes kesici. Dar sayılabilecek salonlarındaki duvar işlemeleriyle sizi avucunuzun içine alarak, benliğinizi aciz kılan bir atmosferin içinde bırakıyor. Yapı içindeki her bir tanrı Amsterdam ile ilişkilendirilmiş ve hepsi sizin tarafınızdan keşfedilmeyi bekliyor. (Bir tanesi benden olsun; mesela Atlas, evrenin merkezinin Amsterdam olduğunu simgeliyor.) Önceden bir göreyim nasıl bir yermiş diyenler için de, Google’ın bu mükemmel hizmetini size sunuyoruz.

Müze saat sabah 10 ile akşamüstü 5 arası açık. Tabii bazı etkinlik günlerinde sarayı ziyaretçiye kapatabiliyorlar. Müzenin takvimi için de şuraya bakabilirsiniz.


Müzeye giriş normal yetişkinler için 10 €, öğrenciler için ise 9 €. Eğer önceden museumkaart almışsanız para vermenize gerek yok, ücretsiz giriş yapabilirsiniz.


Madame Tussauds Müzesi


Tamam Türkiye’ye de geldi, artık biliyoruz ama Amsterdam’daki Madam Tussauds gerçekten farklı. Dünyanın en ünlü insanlarının bal mumu heykelleri, öyle ortalıkta değil de interaktif bir şekilde, eğlenebileceğiniz, fotoğraf çektirebileceğiniz bir şekilde sergileniyor. Bu müzede kimi zaman dünyayı yöneten insanlarla bir konferansta, Hollywood ünlüleriyle bir partide, ünlü futbolcularla yeşil sahada birlikte bulunabiliyorsunuz. Tabii ki çakma versiyonları ile ama olsun. Hem yaratıcılığınızı konuşturup çok güzel fotoğraflar, anılar elde edebilirsiniz. Ayrıca müzede ünlü şarkıcıların şarkılarını karaoke ile seslendirebilir, yine ünlü mankenler gibi podyumda yürüyerek hünerlerinizi sergileyebilirsiniz. Müze gerçekten çok interaktif, ayrıca üst katına çıktığınızda çok güzel bir Amsterdam manzarası da sizi bekliyor. Müzeye giriş 22€ fakat öyle lak diye hemen parayı çıkarmayın, sabah gittiğinizde kapıda görevlilerle pazarlık yapın, fiyatı baya düşürüyorlar. Müze sabah 10’dan akşam 10’a kadar açık. Ne olursa olsun girilmesi taraftarıyım, anı olarak biriktirilmesi açısından da önem arz ediyor.


Begijnhof


Sizi şimdi şehrin gürültüsünden uzaklaştırıyoruz ve çok estetik evlerin bulunduğu mistik bir atmosferin içine sokuyoruz. Begijnhof, şehrin en eski yerleşim yerlerinden biri ve kuruluşunu rahibe hayatı yaşayan bir grup Katolik kadına borçlu. İşin garibi, bu gelenek hala devam etmekte yani göreceğiniz evlerde hala bekar kadınlar yaşıyor. Bunun için de öyle yemin etmemişler hani sadece yaşlılara ve çocuklara bakmak onlar için bir nevi özgürlük. Begijnhof’ta görmeniz gereken en önemli yapı “Houten Hays” (Ağaçtan Ev) diye de adlandırılan ev çünkü bu ev 1420 yılından beri ayakta. Evin yanında bulunan duvardaki resimler de İncil’den alıntılarla dolu. Diğer evleri de inceleyerek bu güzel ortamı görmenizde fayda var. Gezip görürkende aman fazla ses çıkarmayın çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi burada hala yaşayan bekar kadınlar duruyor.


Anne Frank’in Evi


Dam Meydanı’nda, arkanıza Ulusal Anıtı, karşınıza da Kraliyet Müzesini aldınız. Dümdüz istikamette, yaklaşık 1 km yürüyerek kanallar köprüler geçtikten sonra Westerkerk yani Jordaan denilen bölgede uzun bir kuyruk fark edeceksiniz. Bu güruh, yazdığı günlükle 2. Dünya savaşının en hazin anılarını biriktirmiş Anne Frank’in evine ve müzesine girmek için burada. Yaklaşık 2 yıl boyunca babasının ofisinde gizli bir bölmede, ailesi ve diğer 4 kişi ile yaşamak zorunda kalmış, Yahudi kimliği yüzünden dışarıya dahi adım atamamış genç bir kızın anıları, bu evde saklı. Hüzün verici atmosfere sahip bu evi, siz de gezebilecek, bu zorlu zamanlarda insanların neler yaşadığına tanıklık edebileceksiniz. Ayrıca müzede, bu zulme maruz kalmış diğer insanların hikayelerine, Anne Frank’ın günlük yaşamına ve soykırımdan tek sağ kurtulabilmiş Anne Frank’in babası Otto Frank’in video görüntülerini de izleyebileceksiniz. Müzeden çıkmadan önce insanların, siyaset ve topluma mal olmuş ünlülerin Anne Frank ile ilgili düşüncelerine de kulak vermeyi unutmayın. Müzede savaşa dair çok küçük ama çok vurucu anekdotlar bolca mevcut. Hiçbir bölümü es geçmeyin.

Anne Frank’ın evine giriş ücreti yetişkinler için 9 €, 17 yaş altı çocuklar için ise 4,5 €. Yalnız meşhur olan giriş sırasını eritmek için 2016 yılında yeni bir aksiyon alındı. Buna göre 09:00 – 15:30 arasında yalnızca online olarak bilet alanlar randevu sistemi ile girebiliyorlar. 15:30 – 21:30 arası içinse kapıdan biletli ziyaretçiler için. Online aldığınız biletler, normal biletlere göre 0,50 € daha pahalı. Uzun kuyruklar ve saat uygunluğu düşünülürse, online bilet almanız sizin için daha faydalı olabilir. Fakat bu da, ziyaretinizi belli zaman diliminde yapmanız gerektiği anlamını taşımakta. Bu arada, belirtilen saatte orada olmalısınız yoksa görevlilerin sizi içeri almama hakkı var.


Amsterdam Tulip Museum (Amsterdam Lale Müzesi)


Ceddimiz dedemiz, neslimiz babamızdan bu topraklara ulaşan Lale bitkisi Hollandalılar tarafından delice beğenilmiş. Hatta o kadar manyak olmuşlar ki bu bitkiye, 17. Yüzyılda iş antlaşmaları lale vaadiyle yapılmış, lale soğanları inanılmaz fiyatlara satılmış, lükslük göstergesi bizim Gülhane’de görünce burun kıvırdığımız bu bitki olmuş. Sonunda fiyatlar birden düşüverince tarihin ilk ekonomik krizine bile yol açmış bu bitki (Bakınız: Tulip mania). Şimdilerde ülkece üstüne yatmaya çalışsak da maalesef buranın sembolü lale. Bahsedeceğimiz bu müze de lalerin tarihini, nasıl yetiştirildiğini ve kullanım alanlarını (mesela Dünya Savaşları’nda yemek olarak bile kullanılmış) görsel temalar ile anlatan nispeten küçük bir müze. Anne Frank’in evinin hemen karşısında yer alan bu müzeye giriş 5 € (öğrenci için 3,5 €) ve müze 10 ile 18 arasında açık. Bir çiçeğin neleri değiştirdiğini görmek için ilginç bir müze.


Cheese Museum (Amsterdam Peynir Müzesi)


Hemen Lale müzesinin bitişiğinde eğlenceli bir müze sizi bekliyor. Üstüne bir de girişin ücretsiz olması keyfinizi daha da arttıracak. Evet, burası bir peynir müzesi. Ve biz de biliyoruz ki bu milletin Gouda gibi lezzetli bir peynir çeşidi de var. E o zaman girelim. Girdiğimizde ne mi göreceğiz? Size, çeşitli yöresel peynirlerin tadına bakacağınızı, isterseniz satın alabileceğinizi, video ve resimlerle peynirler hakkında bilgileneceğinizi ve sonunda Hollanda’nın köylüsü gibi giyinip fotoğraf çektireceğinizi vaat ediyoruz. Sabah 9’dan akşam 10’a kadar açık olan ve müzeden daha çok bir dükkanı andıran bu etkinliğe gitmekten hiç kimseye zarar gelmez, değil mi?


Leidseplein Meydanı

Müzeler bölgesine gelmeden, capcanlı mağazaların bulunduğu Leidestraat caddesinin bitiminde, çok tatlı, aşırısı olmayan bir meydana çıkacaksınız. İşte bu meydanımızın adı Leidseplein meydanı ve hani öyle çok bir esprisi olmasa da, canlı performans sanatçılarıyla, eğer yazın gidiyorsanız da kafelerde eğlenen insanları ile sokak, çok güzel bir ambiyans oluşturuyor. Aslında bu meydanın tek olayı, zamanında tramvay hattı olarak buranın başlangıç noktası olarak belirlenmesi. Zaten dikkat edeceksiniz ki, çoğu hat da buradan hala geçer vaziyette. Sizin de buraya yolunuz düşsün, düşürmeye çalışın, Amsterdam böyle meydanlarla güzel.


Rijkmuseum


Rijkmuseum, yani kelime anlamı ile müzeler bölgesi şehrin 2 km dışında kalıyor fakat kolaylıkla bulabileceğiniz bir bölgede. Zaten önündeki havuzu, yapının getirdiği ihtişamı ve evet, “I Amsterdam” yazısıyla sizi kollarınıza alacak. Beklediğiniz, fotoğraf çektirmek için bolca sıra bekleyeceğiniz ve iyi açı bulana kadar canınızın çıkacağı bir yapı ama olsun. Özellikle “i love Çorum” ve “i love Balıkesir” gibi muadilleri çıktığından beri biraz gözümüzden düşse de siz yine de fotoğraf çektirmeyi ihmal etmeyin. Peki, gelelim müzeye o zaman… Müze Hollanda’nın altın çağlarını yaşadığı dönemde biriktirdiği tarihi, sanat ve zanaat eserlerinden oluşmakta. Özellikle sanat müzesinde dünyaca ünlü Jahannes Vermeer, George Hendrik Breitner ve naçizane benim de çok takdir ettiğim Rembrandt’ın bolca eseri mevcut. Özellikle Vermeer’in “The Milkmaid” ini ve Rembrandt’ın “The Night Watch” eserleri gözden kaçırılmaması gereken eserler. Hem belki Rembrandt’ın bu eserinde ressamın kendisini de yakalayabilirsiniz.

Giriş kısmının dahi görülmesi gereken bu müzeye giriş 17,50 €. Ama meraklısı için çok önemli bir müze olduğunu söylemeden geçmeyelim. Müze yılın 365 günü açık. Ziyaret saatleri de 9:00 ve 17:00 arasında.


Van Gogh Müzesi


Rijkmuseum’un hemen karşısında, sizi dünyanın en ünlü müzelerinden biri bekliyor. Resim denilince akla gelen 3, 4 kişiden birisi, eski kulağı kesiklerden Van Gogh’un müzesi burası. İçinde kendisinin icra ettiği yaklaşık 200 tablo ve oto portre, bunun iki katı civarında çizim ve kendi kalemiyle yazdığı mektuplar sergileniyor. Empresyonist estetik anlayışını zirveye çıkaran bu sorunlu sanatçıya dair görmek ve öğrenmek istediklerinizin hepsi bu müzede mevcut. Resim sanatına ilgi duymayan gezginlerin de görünce mutlaka hoşuna gideceği müze, yapı itibariyle de ilgiyi topluyor. Ayrıca resim sergisi ressamın yapıtlarının yıllarına göre kronolojik olarak sıralanmakta. Böylece bir dâhinin yeteneğinin nasıl filizlendiğini görebileceksiniz. Bizim için de “Sunflower” resmini gözlemleyin, kendinizi bırakın bakalım resim sizi nerelere götürecek. Van Gogh Müze girişi maalesef biraz tuzlu olup fiyatı €17’dur. Her gün saat sabah 9’da açılıp saat 5’de kapanan müze cuma günü daha civcivli aksiyonlara sahip olup akşam 10’da kapanır. Fiyat olarak pahalı geldiyse özellikle kanal turu yapacaklar için beraber biletler mevcut, 8€’nuz cebinizde kalabilir.


Stedelijk Museum


Van Gogh Müzesi’nin hemen yanında, modernize edilmiş bir Rönesans yapıtı ve onun yanına yapışmış devasa bir küvet -evet afallamayın- şeklinde bir yapıyı fark edeceksiniz. Fark edeceksiniz dediğim zaten fark etmemek mümkün değil bu yapıyı. İşte burası Stedelijk museum yani Flemenkçe tabiri ile belediye binası ama burası yine bir sanat galerisi. Fakat bu sanat galerisi modern sanat öğeleriyle doldurulmuş. Resmen, sanatın geçmişini ve geleceğini tekeli altına alacağının mesajını veriyor Amsterdam. Peki bu müzenin diğerlerinden farkı ne? Farkı, yakın sanat tarihinden eserler barındırması ve koleksiyona tablonun yanı sıra fotoğraf, obje sanatı ve mobilyaların da dahil olması denebilir. İzlenimci (orijinal tabiriyle Impressionism), kübist, dışavurumcu sanatçıların yapıtlarından tutunda günümüz popüler akımları bu sergide, ve siz de onlarca yapıtla beraber inceleme fırsatı buluyorsunuz. Üstelik fotoğraf çektirmeniz de flaş kullanmadığınız sürece serbest. Stedelijk Museum, giriş ücreti €17.50 dolayısıyla diğer müzelere göre fiyatı biraz daha tuzlu denilebilir. Çalışma saatleri ise 10- 18 arasında. Cuma günü Amsterdam’da “Gelin, görün” günü olduğu için kapanma saati 22:00’ye kadar çıkıyor.


Amsterdam Tarih Müzesi


Amsterdam müzesi diye de adlandırılan müzede, Amsterdam’a dair her şey 3 katlı bir yapı içinde önünüze serilmeye çalışılıyor. Bu müzede geleneklerinden tutun da, sanat anlayışları, yaşayışları, dinle ilişkileri, sosyal yaşantıları, hatta futbol veya seks işçiliği gibi eğlence anlayışları; hem interaktif hem de ilgi çekici biçimde ziyaretçilere aktarılmaya çalışılmış. Müzeye giriş 12,50 € civarı fakat zamanınız kısıtlıysa bu müzeyi es geçebilirsiniz, çünkü daha önemli mekanları bu müze yüzünden kaçırabilirsiniz. Müzenin çalışma saatleri sabah 10 – akşam 5 arasında…


Heineken Experience


Museumplein’deki müzeleri gezdiniz ve artık biraz rahatlamanın zamanı geldi. O zaman 10 dakikalık bir yürüyüşle karşıya geçiyoruz ve dünyanın en meşhur bira markalarından biri olan Heineken’in bira müzesine ulaşıyoruz. Burada ne mi var? Eğer gerçekten bira severseniz, biraz da manyağıysanız olayın, Heineken birası ile alakalı her bilgiyi öğrenebilirsiniz. Biraların yapım sürecinden tutun, eski Heineken reklamlarını, sahiplerini, eski fotoğraflarını, yani bu bira markasının sahip olduğu tüm mirası inceliyorsunuz, diğer bir deyişle tecrübe ediyorsunuz. Ayrıca müzede 3D film gibi interaktif aksiyonlar da var. Gezinizin sonunda, gişede aldığınız biletler ile 2 bardak birayı güzel bir manzara eşliğinde yudumlayıp, kafanızı dinlendirebiliyorsunuz. Heineken Experience, Avrupa’da bulunan diğer bira müzelerinden (Örneğin; İrlanda’daki Guinness Müzesi gibi) fazla bir şey sunmuyor size, yani beğenmeme ihtimaliniz var. Eğer gerçek bir bira içicisiyseniz mutlaka gitmenizi öneririm fakat eğer kısıtlı bir zamana sahipseniz es geçebilirsiniz. Müzeye giriş 2017 itibariyle 16€ ve çalışma saatleri 10.30 ve 19.30 arasında fakat en son ziyaretçi kabulü 17.30’da yapılıyor.


Albert Cuyp Market


Heinekeen Experience’dan sadece 5 dakika yürüme mesafesinde, şehrin gerçek canlılığını ve dokusunu yerinde hissedebileceğiniz bir pazara, şehrin en ünlü pazarına götürüyoruz sizleri. Bir pazarda ne bulmak istiyorsanız, bu pazarda mevcut. Yöresel yemeklerden tutun da içeceklerden, taze meyvelerden ve giysilerden, yani kısacası bu cümbüşten kendinizi mahrum bırakmayın. Fiyatlar da şehirde gireceğiniz ortalama bir dükkanın size vereceği fiyatların çok altında. Denemekten korkmayın, mesela bizim Bim’de satılan Hollanda Waffle’nı pardon Türkçe yeni adıyla Meyveli Kaktöş’ü denemeyi unutmayın. Pazar, Pazar günleri hariç her gün 9,30 – 5 arası açık.


Vondelpark


Bu kadar doğa dostu bir kentin kendisine ait bir bahçesi olmayacağını mı zannediyorsunuz? Hem de ne bahçe? Cennetten kesitler sunan bu ağaçlı bölge içinde rahatlamamak, huzur bulmamak elde değil. Müzeler bölgesinin hemen arkasında kalan Vondelpark, girişinden itibaren size anlamsız bir mutluluk verecek. Siz de köprülerinden geçip, nehirlerin su içmeseniz bile ne bileyim, ördekleri besleyebilirsiniz, ya da bir ağacın altına tüneyip hafifçe kestirebilirsiniz. Eğer şanslı gününüzdeyseniz, belki de bir organizasyona veya konsere de denk gelebilirsiniz.


Oude Kerk Kilisesi


Tam olarak “Eski Kilise” anlamına da gelen kilise garip bir şekilde Red Light District’in de karşısında kalan bir bölgede kalıyor. Yani kilisenin camından karşıdaki seks işçilerini görebilirsiniz. Kilise yaklaşık 800 yıllık bir maziye sahip olmakla birlikte şehrin en eski binası olma unvanını da taşıyor. Kilisenin içi, duvarları ve cam işlemeleri de bu ünvanın hakkını veriyor. Kilise, ayrıca organ müziği (kilise müziği de denebilir ) ile de meşhur. Zira burada bu müzik türü ile konserler ve festivaller de düzenleniyor. Kilisenin bir diğer önemi ise sahip olduğu kulesinden geliyor. Nisan ve Eylül ayları arasında kulenin tepesine çıkıp, Amsterdam manzarasını seyredebilme imkanınız da var. Kiliseyi görmek isteyeneler 7.5 € ödemek durumunda. Ayin zamanında kapalı olan ziyaret sahipleri sabah 10 ile akşam 6 arasında.


Red Light District


Amsterdam halkının özgürlüklere ne kadar düşkün olduklarını söylememize gerek yok artık. Yani o kadar düşkün olmuşlar ki artık ser serebildiği kadar olmuş bir zamandan sonra. Ve bu rahatlık bir zamandan sonra tarih olmuş, gelenek olmuş, kazanım olmuş. İşte bu kazanımın sonucu da Red Light District olmuş. Bu sokağı hani öyle 90’lar Türk sineması gibi de hayal etmeyin. Yani gizliden gizliye dolaşmalar, eller cüzdanda gezmeler, yok paltolu adamın yanınıza yaklaşıp size bir şeyler teklif etmesi… Burada yok! Ama sokağa girdiğinizde bir ölüm sessizliği de mevcut. Çok büyük bir sokak da değil hani. Evlerin camekanlarından, sadece bu işi icra etmeye gönül vermiş seks işçileri, kendilerini gösteriyorlar. Siz de en azından o sokakta bulunmaya merakınız varsa gönül rahatlığıyla gezebilirsiniz. Çünkü bu bölgenin bir özelliği de aşırı güvenli olması. Yani gittiğinizde sadece merakınızı giderin, başka bir şey düşünmeye gerek yok. Bu arada arsız gezginler için bir not, sakın fotoğraf falan çektirmeyin, seks işçileri çok fena kızabiliyorlar, kaç yıllık mazisi olan sokağın huzurunu da kaçırmayın.


Amsterdam Seks Müzesi


Hazır ar damarınız kopmuşken, kendinizi de güvende hissettiğinize inandırmışken, sizi bir de seks müzesine götürelim. Seks müzesi Red Light District bölgesinin hemen karşısında bulunuyor. Müze, ziyaretçilerine özellikle, insanlığın seks tarihi, seks alışkanlıkları ve seks işçiliği hakkında bilgiler vermeyi vazife edinmiş. Ve bunu yaparken de yüzlerce resim koleksiyonu ve oyulmuş, kalıplaşmış afedersiniz boyunuzdan büyük tenasül organları ile ziyaretçilere sunulmuş. Müze (maalesef) oldukça interaktif dolayısıyla oturduğunuz kalktığınız yere de dikkat edin. Ayrıyeten sanırım müzeyi kuranların Marilyn Monroe saplantısı oldukça fazla olacak ki, Marilyn Monroe adına çok resim ve interaktif heykeller bulunuyor. Sabah 9.30 dan gece 11.30’a kadar açık olan müzeye giriş sadece 3€. Müzeye 16 yaşın altındaki bireylerin girmesi ise yasak.


Marihuana ve Kenevir Müzesi


Madem bu bölge içindesin, size bir de Marihuana müzesini tanıtalım. Dam meydanı ve Red Light District’in 500 metre dışarısında bulunan bu müzede, marihuana tarihini, tarihte kullanım alanlarını, çeşitlerini ve marihuana temalı sanat eserlerini inceleyebilirsiniz. Bir benzeri de Barselona’da bulunan müzenin giriş ücreti 9€ ve sabah 10’dan gece 11’e kadar açık. Dahası müzenin yanında adamlar bunun okulunu bile kurmuş. Bu arada hatırlatalım Amsterdam’da bildiğiniz üzere marihuana legal, herhangi bir Coffee Shop’a girip pasaportunuzu gösterdiğiniz takdirde satın alabiliyorsunuz.


NEMO Bilim Müzesi


Çocuğunuz var ve kanaldı, sokaktı bir şey anlamıyor, siz de gelmişsiniz Amsterdam’a, olayın zevkini çıkaramıyorsunuz. O zaman alın çocuğunuzu, karşı kıyaya doğru, Rembrandt’ın evinin yaklaşık 1 km ötesindeki bu bilim müzesine getirin. Çocuklar hem bilimin neşeli tarafını görecek hem siz de çocuğunuzla beraber eğleneceksiniz. Bırakın çocuğunuz izlesin, koklasın, bir şeylere dokunsun; bırakın keşfetsin. Ayrıca teatral izlenceler, aktiviteler, gösterimler hepsi sizi ve çocuğunuzu bekliyor. NEMO bilim müzesine giriş 0 -3 yaş arası çocuklar için ücretsiz, 4 yaş ve üstündekiler ise 16,50 € olarak ücretlendiriliyor. Müze, 10 ile 15.30 arası açık. Ayrıca, yaz aylarında müze terasını da açıyor, kendi getirdiğiniz yemeklerle piknik bile yapabiliyorsunuz.


Rembrandt’ın Evi Müzesi


Redlight bölgesinden biraz daha uzaklaşıyoruz ve sanata ve sanatçı hayatına biraz daha yakınlaşıyoruz. Hollanda, altın çağını yaşadığı 17. Yüzyılda bünyesinden nefis bir ressam çıkardı. Bahsettiğimiz ressam tabii ki Rembrant. Ve işte bulunduğunuz bu yer, ressamın hayatının 19 senesini yaşadığı ve Rijkmuseum’da gördüğünüz ünlü eserlerini ortaya koyduğu ev. Ev tabii ki ressamın yaşadığı hali gibi değil, içerisi döneme uygun restore edilerek müze haline getirilmiş. Bu müzede ressamın kafasına kan gitmesin diye ayakta uyuduğu garip yatağından tutun da mobilyalarına kadar her şeyi inceleyebileceksiniz. Ayrıca bu dâhinin büst ve mızraklarla dolu koleksiyonunu da inceleyebilirsiniz. Müzeye giriş ücreti 13€ ve müze 10.00-18.00 arasında çalışıyor. Gerçekten bu tür şeylere ilginiz varsa gidin çünkü müzeyi bitirmesi bile sadece yarım saatinizi alıyor.


Hermitage Museum


Bu müze St. Petersburg şehri ile alakalı. Rusya’nın en önemli şehirlerinden biri olan St. Petersburg’un kurulmasında Hollandalıların ne alakası var diye sorabilirsiniz. Var, hem de çok var. Şehrin kurucusu Tsar Peter'in, Amsterdam’da vakit geçirmesi, hatta Petersburg şehrini kurmak için onca çamurdu, taştı tahliyesini yaparken Amsterdam’daki ahaliden yardımı alması bunlardan birkaçı olabilir. Müze Amsterdam’ın en büyük ikinci müzesi ve birçok parça müzenin ayrılmış üç bölümünde sergileniyor. Tüm müzeyi görmek istiyorum derseniz, bu size 30€’ya mal oluyor. Bir gitmediğiniz Hermitage Müzesi kalsın diyoruz ve paranızı daha güzel yerlere harcayabileceğinizi düşünüyoruz. (Yemek yiyin!) Ben sanat için doğdum diyorsanız çalışma saatleri 10 ile 5 arasında, onu da belirtelim.


Magere Brug Köprüsü


Köprülerle örülmüş bu şehrin bir köprüsü var ki diğerlerinden farklı çünkü bir hikayesi var. Zamanında iki zayıf ve varlıklı kız kardeş, farklı yakalarda yaşamalarına rağmen birbirlerini o kadar görmek istiyorlarmış ki bu köprüyü inşa ettirmişler. Bundan dolayı adına Magere Brug yani sıska köprü adı verilmiş. Köprünün gece oluşturduğu atmosfer bir harika. Fotoğraf çektirmek isteyenler için de çok şey vadediyor. Özellikle sevgililer günü gibi özel günlerde buraya uğramadan geçmeyin. Diğer etkinlikler için festival sayfamıza da bir göz atabilirsiniz. Köprü şehrin batı yakasında kalıyor ve Çanta ve Cüzdan Müzesine 5 dakikalık yürüme mesafesinde.


Museum of Bags and Purses (Çanta ve Cüzdan Müzesi)


Kanal gezimizde yanımızdaki kadın söyleyene kadar biz de bu müzeden bihaberdik. Kadın o kadar övünce gidelim dedik. Magere Brug Köprüsü’nün 500 metre doğusunda inşa edilmiş bu müze 3500 civarında çanta ve çantamsı diye nitelendirilebilecek objeleri ziyaretçilerin beğenisine sunuyor. 16. Yüzyıldan günümüze kadar çanta ve cüzdan örneklerini barındıran bu müze, eğer tasarım meraklısı iseniz ya da bu tür şeylere ilginiz varsa, size daha önce benzerini görmediğiniz bir ziyaret sunacak. Hendrikje Ivo denen bir koleksiyon meraklısının başlattığı ve daha sonradan müzeye dönüştürdüğü bu merak, ayrıca çeşitli cüzdan ve çanta tasarım atölyeleri ile de bugün taçlandırılmakta. Öyle küçümseyip geçmeyin, kadın bu merakı sayesinde ülkesinden şövalyelik unvanı bile kazanmış. Çanta ve cüzdan müzesine giriş 2017 itibariyle 12,5 € ama bir yerden öğrenci kartı bulabilirseniz 9,5 €’ya iniyor fiyat. Müze gün içinde 10.00 – 17.00 arasında açık bulunmakta.


Cat Museum (Kedi Müzesi)


Çanta ve Cüzdan Müze’sinin iki sokak ilerisinde içinde bir miktar tatlışlık bulunduran bir müzeye götürelim sizi. Müzenin ve evin sahibi Bob Meijer -ki hala 5 kedisiyle içeride bulabilirsiniz kendilerini- zamanında çok sevdiği ve kaybettiği kedisi John Piermont Morgan hatırasına hazırlamış bu müzeyi. Müzede kedilerle alakalı poster, heykel, posterler ve fotolar bolca var. İçerideki kedilerle de kedi severler için güzel bir ambiyans yaratılmış. 2017 itibariyle müzeye giriş 7 €. Kedi severler gerçekten çok sevebilir, ilgisi olmayanlar ise “Bir kedi müzeniz eksikti diyebilirler?”. Müze hafta içi 10- 17 arasında, hafta sonları ise 12-17 arasında çalışıyor.


Amsterdam Kanalları ve Güzel Bölgeleri


Amsterdam, bir şehir olmanın ötesinde gerçekten görsel bir şölen. Tabii şehrin içinde öyle noktalar var ki, insanda adeta “Ne olur burayı unutmayayım!” hissi yaratıyor. Bu noktalarda zaman geçirme ve fotoğraflama isteği de cabası. Bu sebeple bizde de, bu içeriğe güzel noktaları ekleme isteği uyandı. Şehir atraksiyonlarından biraz uzak olsa da mesela Leidsegracht kanalına gitmeyi deneyebilirsiniz. Köprü Amsterdam Museum’dan 700 metre uzakta ve akşam vakti manzarası gerçekten harika. Bir diğer noktamız, Brouwersgracht. Bu kanal, Red Light District’den 15 dk yürüme mesafesinde. Kanalın, köprü ve kenardaki evlerle birleştiğinde ortaya çıkardığı manzara eminiz ki sizi de büyüleyecek. Biraz da merkezde güzel bir nokta arayalım. Yine Red Light’dan 200 metre ilerde Sint Olofssteeg şeridinde pek çok yerde göremeyeceğiniz güzellik sizi bekliyor. Eğer şehirden uzaklaşabilme imkanınız varsa Zaandam bölgesine gidip büyülü Inntel Hotel’in oraya varın. Gerçekten harika bir yapı ve size inanılmaz hisler yaşatacak. Tüm bu anlattıklarımız noktalar özellikle gece ışıklandırmalarıyla mükemmel. Biraz da gündüz güzellerine bakalım. Örneğin; Bloemgracht kanalı ağaçlar ve demirlerine bisiklet bağlanmış köprüleri bir arada sunuyor. Bundan başka Groenburgwal ve Spiegelgracht gibi noktalarda tavsiye ettiğimiz noktalar. Tabii sizin de keşfedeceğiniz mükemmel yerler olacaktır. Mutlaka her kanala girin ve kendinizi şaşırtmayı deneyin. Çünkü bu şehir sizi her seferinde şaşırtacak bir şey bulacaktır.


Amsterdam Yel Değirmenleri


Sizin de aklınıza Hollanda deyince yel değirmenleri gelmiyor mu? Artık çizgi filmlerden mi yoksa hikayelerden mi geliyor bilmiyoruz ama eğer yel değirmeni görmezseniz, Amsterdam geziniz tam olmaz, yani ne kalıyor geriye ki? O zaman size gidip de görebileceğiniz yel değirmenlerinden bahsedelim. Amsterdam şehrinin içinde de yel değirmeni görebileceğiniz gibi, şehrin 15 km kuzeyinde bulunan Zaanse Schans adlı Flemenk köyüne de gidebilirsiniz. Bizim tavsiyemiz ikisini de mutlaka görmeniz. Öncelikle Amsterdam içindeki yel değirmenlerine bir göz atalım. De Grooyer adı verilen yel değirmeniz merkez istasyondan 2.3 km uzaklıkta. Şehrin simgesi haline de gelen bu yel değirmeninin hemen yanında Brouwerij ‘j IJ adlı meşhur birahanenin birasını da denemeyi unutmayın. Molen van Sloten, adlı yer değirmenimiz bu şehirde görüp görebileceklerinizden tek ziyaret etme şansı bulabileceğiniz yel değirmeni. Şehir içinde De Otter, Riekermolen ve De Bloem gibi diğer yel değirmenlerini de ziyaret edebilirsiniz. Ama biz sizi has yel değirmenlerinin olduğu, köy kokusunu hissedebileceğiniz bir yere götürmek istiyoruz. Zaanse Schans, yel değirmenlerinin en güzel türlerini bulabileceğiniz ve hemen altında en güzel Gouda peynirlerini tadıp, satın alabileceğiniz enfes bir ortam sunuyor. Size tavsiyemiz, yanınıza atıştıracak bir şeyler depolayın (zira yel değirmeninin oradaki krepçi çok kötü krepler yapıyor, üstelik çok pahalı) , alın bisikletlerinizi sabahtan, sürün köye doğru. Fakat sakın telefonlarınızdan yol bulmaya çalışmayın, bırakın tabelalar o işi yapsın. İsteyenlerde trenle buraya ulaşımı sağlayabilir. Bunun için Amsterdam Central’den Uitgeest yönüne giden trenlere binip Zaandijk Zaanse Schans durağında inin. 15 dakika içinde yel değirmenlerinin oraya varacaksınız. Vardıktan sonra bol bol fotoğraf çektirin, Gouda peynirlerinizi dişleyin, Don Kişot olun, saldırın yel değirmenlerine :)




Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments

Couldn’t Load Comments
It looks like there was a technical problem. Try reconnecting or refreshing the page.
bottom of page